Yol, yağmur ve kader...





Yol, yağmur ve kader...
                                                                                                             30 Ekim 2015
                                                                                                            

İşte yine yoldayız, Ekim sonbahara direniyor. Biga-İstanbul güzergahı yemyeşil.

On sekiz yaşımdan beri bu yolu kah Bursa, kah Tekirdağ üzerinden gider gelirim.
Her yol bana bir nevi itikafa girmek gibi gelir. Düşünceler, kararlar, kararlılık yeminleri uçuşur kafamda.
Hep menzile varınca potansiyelimi yüzde doksan harekete geçirmeye ant içerim. Planlar, projeler havada uçuşur. Bir rahatlama olur sanki akşamdan bulaşığı yıkayıp mutfağı toplayıp yatmışım gibi.

Kafaya takılan noktalar, sorun yumakları kolayca çözülür. Varlığın kühnüne varmış gibi hissederim kendimi.
Öyledir de biraz.. Geçici ile kalıcı olan arasına bir set çekilir. Yaşamsal olan yani moral bütünlüğümüzün korunması için elzem olan nelerse, onlara sıkıca sarılmak için niyetler edilir.

İstanbul güzergahında bize güzel bir sonbahar yağmuru eşlik ediyor.
Arabanın teybinden bize Sezen, Hümeyra; tabi şimdiki kadar çatlak değil bu şarkıları söylerken, Ahmet Kaya, Müslüm Gürses, Orhan  Baba vs.yoldaşlık ediyor.

Ne kadar çoraklaştığımızı düşünüyorum. Bi daha böyle yüreğe dokunan parçalar çıkması için kaç nesil geçecek. Hoş Orhan Baba baya karizmayı çizdirdi. Ahmet Kaya'nın eşi de adeta ihanet gibi O'nu unutturmaya çalışıyor. Kaya ile aramıza set oldu. 

Biz yetmişlerin doğurgan atmosferini soluyarak büyüdük. İnsan ilişkileri ve mahalle sıcaklığının yok olmadığı, farklı siyasi anlayışların, gelir guruplarının aynı mahalle atmosferinde mecz olabildiği yıllar. Bu şanslı ortam geleceğe umutla bakmamıza imkan verdi. 

O zamanlar tek sıkıntı fakirlikti ama o da herkesin ortak derdi olduğu için daha henüz kaybolmamış olan dayanışma ve sessiz bir anlaşma ile bir şekilde çekilebilir hale geliyordu.. Çünkü herkesten önce televizyon alan komşu otomatikman bütün mahallelinin de külfetine rıza gösterecek bir sabır ve incelikle misafirperverlik gösterebiliyordu.
Şimdi her şeye sahip olup hiçbir şeyi paylaşamamaktan mütevellit bir karamsarlık, saldırganlık ve ruhsal çöküntü hali içindeyiz. 

İçine doğduğumuz toplumun parçası olamayınca, insani olan hiç bir şeyin de parçası olamıyoruz.. Haz dışındaki ruhi ve imani hasletlerimiz de koca birer balona dönüşüyor.

...... 

İstanbul'a yaklaştık artık.
İri damlalar yerini sakin bir yağışa bıraktı. Fonda Ahmet Kaya, Amenna diyen bir tevekküle çağırıyor. Sağda nispeten açılmış bir gökyüzü var. Bazı yerde gri lacivert arası bazen de camgöbeği uçuk yeşile çalan durgun deniz.

Tabiat; sakin ve dingin, kendiyle ve dünyayla barışık bir alemi hatırlatıyor.
İtiş kakışı değil, haddini bilmeyi telkin ediyor.
Büyük bütünün küçük parçası olmaya razı olmak!

Zannederim post aydınlanmacı dünyanın kühnüne varamadığı, göremediği bu basit gerçek. Daha, daha değil, olması gerektiği kadar. Kendine yetecek kadar. Gerisi ancak yük oluyor hırçın, saygısız ve saldırgan zamanelere.

Hepsi birer vehimden ibaret olan disiplinler, ekonomi gibi bilimsel buluşlar gibi sahte ilerleme vaazları bize ancak, bir hastanenin soğuk odasında yapayalnız ölümü karşılama konforu sağlıyor.

Teyzem seksen dört yaşında bir hafta yoğun bakımda kalarak bu hayata veda etti. Ne hazin bir ölüm! Kendini bu kadar garipleştirebilmek insanlığın, acziyetimizin en ayyuka çıktığı yer.

Belki de buradan; ölülerimizi ruhsuz kurumlardan koruyarak başlayabiliriz.
Artık yaşamak uzun ve yıpratıcı bir can çekişmesine dönüşmüş bulunuyor. İnsanların tedirgin ve iflah olmaz marazi hallerini gözlemlemek, başlı başına acı verici bir işkenceye dönüşüyor ve bunaltıyor.

İnsan sona yaklaştıkça yoruluyor ve kaderinin sonunu merak ediyor en çok.
O kadar da soğukkanlı olamıyor çünkü dünya elini kolunu bağlayan bir büyük arenaya dönüşüyor giderek. Hayaller kendi çabamızı aşıyor teknesi batan mülteci gibi. 

Su boyumuzu aşıyor. Salvolar tek tek değil topluca insanlık mefhumuna saldırıyor. Çabalarımızın ne kadar, neyi düzeltmeye vesile olduğunu kestiremez hale geliyoruz.
O zaman serinkanlılıkla, tevekkülle öyle körlemesine ve inatla iyi kalma, bu dünyada hayırla anılacak şeyler vücuda getirmek kalıyor sabırla..

Tekrar başlıyor yağmur. Hem yerleri hem zihnimi yıkamak için.

 Açık gri bulutların ardında ortaya çıkmak için sabırsızlanan kaçamak bir güneş huzmesi,bir şeyler ima ediyor sanki. Ve anneden alınıp suya konan yaprak güzeli ve cam güzeli dalları..Yeniden toprakla başlamak şehirde, ruhumdaki yaralara merhem olabilir.

İstanbul'un hem cazibeli hem ürkütücü karmaşası, toprakla bağımı kopartırsam beni de içine çekebilir yoksa!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder