gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

panait istrati

sünger avcısı

kader, bizim yüreğimizden başka birşey değildir. remzi k. s. 12

maceraperest, servet yapmak ister,ve yapabilir. serseri bunu ne ister ne de yapabilir.fırsat düşünce, (ancak) maceraperest , insanları istismar edecek, aldatacak ve kötülük yapacaktır. s.51

birer ceviz kemirerek ve türkler gibi durmadan cigara tüttürerek, odamıza kapanıp bu rengarenk cam parçalarına cazip şekiller verdik. s.54

tren, köstence istasyonunda durdu. öğle vaktiydi. adrien yüzü paltosunun içine gömülmüş, yürümeye başladı. fırtına vardı. yüzü kasırga halinde sürüklediği kalın kar tabakaları sokakları kudurmuşcasına süpürüyordu.

ötede beride başı sırığın şalına tamamen gömülmüş, sırtında kuşağa kadar inen perişan bir ceket, ayağında bacak bileklerinde sıkılan rahatsız bir şalvar, fakir türk veya başka bir balkanlı görülüyordu. s. 87

...- hayır anarşist değilim. sadece hürriyeti seven bir insanım. halbuki anarşistler hürriyeti sevmezler. yahut sevdiklerini sanırlar. anarşistler hür insanlar değildir, onlar anarşisttir yani intizamsız insanlar. halbuki bu dünyada her şeyde bir nizam vardır, hatta hürriyet aşkında bile. ben hür olmayı severim ama kimseyi benim gibi hareket etmeye zorlamam. insanların çoğu köle olmak için doğmuşlardır. hür bir ruha sahip olmak kolay değildir. yarın da hatta on asır sonra da kolay olmayacak. köle olmak demek iş zincirini kemerine bağlı taşımak değildir. hür adam olmak da kendi hesabına çalışmak veya hiç çalışmamak manasına gelmez. köle hayvandır; daha dünya kurulalıdan beri emir altına girmesi mukadder, aşağılık bir malzemedir, her şeyden önce aşağılığa boyun eğen meziyetsiz bir malzeme. hür adama nisbetle köle, mümbit toprağa nisbetle kumluk yer gibidir. o cansızdır, ancak başkalarının iradesiyle harekete gelir, tıpkı rüzgarların keyfine tabi olan kumlar gibi. o zaman hareketleri körü körünedir ve felaketli bir hal alabilir. her şeyi kaplayıp ezer. bir imparatora ve krala yahut bir demokrata veya demagoga basamaklık eden kölelik budur. ister kenar mahalleler halkı olsun, ister parlamentoda toplanan daha mahdut  insanlar olsun, daima kuvvetli bir elin hükmü altındadırlar. bu türlü insanlar ancak iki türlü yaşayış şekli tanırlar.  hükmetmek veya hükmedilmek...

... gerçek hürriyet ahenk demektir. dövüşsüz, sövüşsüz bir gelişme. orada yüce yasa devam eder. yeryüzünde onu, kemaline, aşka yakın bir derecede ancak insanlardan daha az çapraşık olan mahluklarda bulacaksın. s.90    

-... dostluk için yaratılmış bir adam camekana kapatılmış bir çiçek gibi ömür sürer.

-   demek dostluğun mevcudiyetine inanmıyorsun?

öyle birşey söylemedim; dostluğa seyrek raslanır, fakat onu inkar etmek güneşi balçıkla sıvamaya kalkmak  olur. bununla beraber biz dünyaya ciğerlerimizle geldiğimiz gibi belkemiğimize yapışık bir dostla birlikte gelmeyiz. dostluğa köle olan ancak bu efendinin ciğeriyle nefes alır. sen de bana bu kölelerden biri gibi görünüyorsun. ben de öyleydim, bugün de bir hasrete bağlı olarak öyleyim zira efendimiz er geç bizi terkeder. 

her insan yüreğinin tabi olduğu değişimler neticesinde bizden ayrılır, çok kere de yürekten daha kuvvetli hadiseler, bazı da kendi hatalarımız buna sebep olur. içli insanların sevgisi ölçü bilmez ama sıkarken boğabilir. s. 96

fakat bir insanı böyle bir iptilayla seven insan, güzel olan herşeyi aynı kuvvetle sever ve onun sevgisine malzeme olabilecek daha az dönek şeyler vardır. bir sanata sahip olan, kendini sanata verir ve ızdırabı onu dış dünyaya karşı tamamen kayıtsız bırakacak derecede kuvvetliyse şaheserler yaratır. benim gibi tabiatın yaratıcı bir istidat sahibi kılmadığı kimseler de sevginin kaynakları henüz tükenmiş değilse, kayıtsızlıkları ile ebedi olan sayısız yeryüzü güzelliklerinin hayranlığına bütün kalbiyle atılabilir. fakat sevgi kaynakları tükenince, insan insana karşı en çekilmez mahluk olur ve hayatı bir taştan daha faydasız hale gelir. ama sevme gücü yerinde duruyorsa kainatı kucaklayabilir. iç tereddütlerimizin zincirleri kırılıp düştüğü zaman sevgi kalıyorsa hayatımız bir yıldızınki kadar hür olur. 

fakat çetin şeydir bu! ne de olsa çetin şeydir! biz bu türlü hürriyetten faydalanmak için yaratılmamışız çünkü yıldızlardan daha çapraşık bir yaradılışımız var. biz acı duyarız onlarsa duymaz. hem sadece acı olsaydı! ademoğlu ve hatta hayvan içtimai bir varlıktır. o yüzden cemiyeti elinden almak kadar acı şey olamaz, hele ona çok derin köklerle bağlıysa. s. 97

zaten ulvi ve yüce dediğimiz şeyin ancak düşüncede arzuda olduğunu biliyorum ve bütün idealistler yaşları ilerleyince aynı şeyi öğrenirler. s. 100

en büyük matemler insanın koluna kara bir bez geçirmeleri olmadığı gibi, en öldürücü acılar da ilk anda duyulanlar değildir. sükunet içinde yine ızdırap çekeceksin fakat bu ızdırabın gizlenmesi gerekenlerden olduğunu bileceksin çünkü insanlar ancak kendilerinin de anlayalıyabilecekleri felaketlere karşı alaka gösterir ve yardım ederler. 

efendi bir tüccara bir dostunu kaybettiğinden söz edersen, sana bir dostuna yüz frank ödünç verip de geri alamayışından beri dostluğa inanmadığı cevabını verebilir ve dünya tüccarlarla doludur. s.  102

herşeyin olduğu gibi dostluğun da aşağı takımı vardır. istasyonlardaki öpüşmelerin, muhabbetli el sıkışların ve sevimli gülümsemelerin, yalancı elmaslar gibi herkesin harcı olan ucuz gösterişlerin dostluğu. nice nice defalar okunmuş suyu Malaga şarabı ve herkesin dostunu hakiki bir dost sanacaksın! 

kalbinin yaratıldığı günden beri tohumunu gizlediği dostluk, kaybolan dosta garaz bağlayanlardan değildir çünkü o ruh cömertliğinin özüdür. tıplı oğlu tarafından dövülüp sokağa atıldıktan sonra da onu sevmeye devam eden anaların sevgisi gibi. s. 102

 aşkın beslediği büyü içimizdedir... dışımızda ise sonsuz duygusuzluk! s. 103           

 iş bulma kurumu

adrian bir insanın, yaratıcı bir sanatçı olmadan da , sırf düşünen bir insan, herhangi bir sanatın liyakatli  müstehliki sıfatıyla da bariz bir şahsiyeti olabileceği kanaatindeydi. yaratıcı sanatçıya fareye bakan kedi gibi bakmaktan alıkoyan bir başka sebep daha vardı: o yaratıcının medenileştirici bir rolü olduğuna inanır, bunun için de onda bir ruh asaleti bulunmasını şart sayardı, ama bilirdi ki, böyle bir imtihandan yüzakıya çıkacak pek az 'büyük sanatçı' vardı. sanatçı, hele büyük yazar, zihnindeki büyük adam tasavvuruna uyduğu zaman ne kadar sevinç duyarsa, acı inkisarlarla karşılaştığı zaman da o kadar üzülürdü.

... - bana öyle geliyor ki büyük sanatçı, bir peygamber, zulme karşı ayaklanan bir asi olmalıdır. doğrunun, iyinin hizmetinde olmayan güzel; ölü bir yıldızı aydınlatan güneşe benzer. s. 44-45

'tanrı adaletine sıra gelinceye kadar evliyalar sizi boğar' der bir atasözü.  s. 77

                             

Cenneti Arayan Adam Ziyaüddin Serdar

 

                                                                  Önce ve sonra aynı yere birlikte varır.

                                                                                               Tao te ching



Pakistan kökenli aydın Ziyauddin Serdar, Lahor’da doğup Londra’da büyümüş, annesi dini duygularının derinliği ve samimiyeti, babasının da tarikat ehli olduğu bir aile ortamında büyümüştür. İngilizceyi rahat konuşabilmesi ve merakı, girişken ve mücadeleci kişiliği üniversite yıllarında oluşturdukları öğrenci dernekleri vasıtasıyla ümmetin zengin bir yelpazesiyle tanışmasında etkili olmuştur.

Müslümanlık durumunu anlatan biyografisini, 'cenneti aramak' olarak yorumlamış. Öteki dünya, hesap kitap, cennet cehennem, ödül ceza ve en önemlisi Allah rızası kavramları olmadan; mümin ve münafık gibi müslüman durumlarları anlaşılamaz. Bu arayış bize pek çok ülkedeki Müslüman birey ve fraksiyonların tanınması ve anlaşılması noktasında  ipuçları veriyor.

Kitapta ilginç anekdotlar var. Bu geziler arasında 12 Eylül döneminde Türkiye de var. Lakin bana göre bu bölüm oldukça cılız olmuş. Yalnız İTÜ önündeki tank ve asker, darbelere karşı mühim bir şahitlik. Sonra Pakistan ve Ziyaülhak var, onun katı rejimi ve halkın fakirliğiyle güya İslamlaştırma projesi olarak dinde fanatizm ve Afganistan savaşının da cihatçı deposu olan Hakkaniye medreseleri var. Suudi Arabistan, Çin, İran gözlemleri var.

Bunlarla beraber kırılma noktaları olan ‘Şeytan Ayetleri’ ve ’11 Eylül’ün yansımaları..

Ben de size kitaptan seçtiğim bir bölümü özetlemek istiyorum.

Ziyauddin Serdar, cenneti arama çabalarından ümidini kesecek kadar küresel gelişmeler  görünür ve baskın hale gelirken, bir gün kapısı çalınır. Kapıyı açınca, biri kısa biri uzun iki kişi belirir. Ve üniversite yıllarından tanıdığı Malezya’lı Nasir kendini tanıtıp kucaklayarak içeri girer. Nasır hiperaktif biridir ve bu özelliği sayesinde bürokrasi basamaklarını hızla çıkmıştır.

Serdar, eğer bir projeyle geldiyse kabul etmediğini peşinen ifade eder ama Nasır ısrarcıdır. Dönemin Malezya başbakanı  ve  parti başkanı Enver İbrahim; artık onlar gibi aydınlara daha çok ihtiyaçları olduğunu ve bu konuda yardımlarını ister. ‘Malezya yeni Endülüs olabilir mi’, diye düşünen Serdar ve arkadaşları, İslam dünyasında örnek bir çıkış gösteren Malezya için kolları sıvar.

Malezya, 1300’lerde İslamla tanışmış ve 15. yy.da Malakka; Çin, Batı ve Ortadogu bölgeleriyle ticareti gelişen önemli bir şehir olmuştur. 16. yy'dan itibaren ise Portekiz ve ardından İngiliz işgali, ülkenin ekonomik ve siyasi yapısını bozmuştur

Malezya en son 1800'lerde İngiliz işgali sonrası toplumsal örgütlenişi büyük zarar görmüş ve müslüman ve yerleşik Çinli halk tabakaları dışlanarak bireysel çiftçiliğe zorlanmış hatta küçük toprak sahiplerinin kauçuk ekmesi bile yasaklanmıştır. Tamiller, Çinliler ve Sihler siyasi, sosyal ve ekonomik ayrıcalıkları ele geçirmiştir. Buna rağmen 1966 yılından sonra yapılan anayasada toplumdaki bu işgalci İngilizlerin getirdiği kesimlere de vatandaşlık verilerek toplumsal barış sağlanmıştı.

Çin  mahallesinde, Budist, Hristiyan ve İslam dinine ait ibadethaneleri barışçıl bir şekilde yan yana dizilmişlerdir. Hatta müslümanlar, İslami kavramları ifade eden kelimelerini budist inancının kavramlarından ödünç  almışlardır. Bu çoğulculuk ortamı İspanyol tarihçilerin Endülüs'ü tasvir etmek için kullandığıslogana uymaktadır. Reconcısta; yani 'Yaşa ve yaşat.' Güney Asya'nın büyüyen ekonomisi olarak da Malezya diğer ülkelere örnek olacak bir model olarak da gelecek vaat etmektedir.

Serdar ve arkadaşları bakanlıklarla karşılıkılı etkileşime dayalı küçük çaplı seminerlerle başlayıp büyük katılımlı konferanslara giden bir sürece başlar. Bu etkinlikler; İslam dünyasının düşünme biçimleri ve sorunları üzerine kafa yorma amacını güdüyordu. Hem öğrenip hem öğreterek verimli bir şekilde çalışmalar devam ederken, Saddam'ın Kuveyt'e saldırısı gerçekleşir.

Suud’un Ululararası İlişkiler Atağı…

Malezya başkanı Suud'dan yana tavır alsa da toplumda farklı sesler yükselmeye başlamıştır. Suudi yetkililer din adamları gelip gidiyor, Malezya basınında kendileri lehine tavir alınmasını talep ediyorlardı.  Eski bir Suudlu tanıdığı Serdar’a Saddam’a karşı kendilerini desteklemediği için sitem etmiş, O da  İngilizce yayın yapan önemli bir gazetede açık görüş köşesine yazdığı makalede son tahlilde; Müslümanların iki şeytan arasında kaldığını, Suud’un toprak hırsı olmadığı için ehvenişer olarak gördüğünü,  açıklamıştı.

Bunun üzerine kendisine bir miktar para vermeyi teklif ettiler, ilmi faaliyetleri için, sartsız. Serdar daha önce Suudla yaşadığı kırgınlık ve güvensizlik ilişkisini düşünerek kesinlikle bu teklifi reddetti.  Enver araya girerek 5 milyon doların! kendi amaçlarını gerçekleşmesinde kullanabileceklerini söyleyerek onu ikna etti. Böylece birkaç kişi Cidde’ye uctu.

Hepsi bir odada oturuyordu. Şeyh Kamil, ona hitaben beş.. Paranın ilmi çalışmaları için verileceğini söyledi. Serdar, Londra’da yaşadığını belirterek pound olarak istedi. Tam bir hattat tarafından yazı ve rakamla güzelce meblağ yazılmıştı ki, Dr. Yamani, Suud’un bir şartı olduğunu söyledi. ‘Aydınlar özgürce konuşmalı ama bazen yalnızca bazı zamanlarda her düşündüklerini söylememeliler.’

O anda hepsi şaşkınlıkla donakaldı  Serdar’ın içinden kalkıp o çeki paramparça ederek adamın başından aşağı dökmek geldi ama yerinden kıpırdamadı  Arkadaşı kolundan sıkıca tutarak Enver'e 'Size bahçeyi göstereyim’ diyerek onları dışarı sürükledi.  İşte, dedi, ‘bu camiyi şeyh kendisi için şunu da annesi için yaptırmıştır’. şunu  da derken Serdar ' canı namaz kılmak istemediği zamanlar için’ diye tamamladı ve hep beraber makarayı koyverdiler. (Bu olayın evveliyatı daha önceki bölümlerdedir.’)

Oradan sonuç alamadan ama daha özgür olarak geri döndüler. Ama bilirsiniz işler kötüye gitmeye başlayınca nerde duracağı belli olmaz ve olaylar hızlanır. Rezillik daha fazla rezilliği çağırır. Geriye döndükten sonra  Asya krizi bütün büyük şirketlerin çökmesine ve Malezya'nın altından kalkamayacağı bir borç batağına saplanmasına sebep olur. Cumhurbaşkanı Mahhattir Muhammed, bu olanlardan dış güçleri, finans kuruluşlarını ve veliahtı ilan ettiği Enver'i suçlamaktadır.

Olaylar akıldışı şekilde gelişir. Carter gibi ona bir ahlaki skandal düzenleyerek görevinden uzaklaştırmak ister ama Enver dürüsttür ve halk ona inanmaktadır. İki yıl uğraşarak ilmek ilmek bir skandal tertipler. Malay halkının en hassas olduğu konu 'eşcinsellik’tir. Enver'in manevi kardeşi arkadaşlarından biri, Enver'in şoförunun de içinde olduğu bir komploya dahil olmadıkları için tutuklanır.

Halk sokaklara dökülür. İngiliz oyunları sırasında Mahattir yuhalanır. O sırada Enver de büyük katılımlı bir miting yapmaktadır. Gece kapıları kıran polisler tarafından Enver de tutuklanır ve bir kaç yılını geçireceği hapishaneye götürülür. Ziyaüddin ve ekibinin burada artık işi kalmamıştır. Birer birer ülkeyi terk ederler ama, öncesinde tutuklular ve aileleriyle aylarca ilgilenirler.

Gittikleri yerlerde Londra'da vs. Enver için büyük katılımlı eylemler organize ederler. Serdar; Endülüslü İbni Hazm'ın bir sözünü hatırlar:

'Ne kadar açık fikirli ve zeki olursanız olun.  Otoriterlik daima çevrenizden dolaşacak bir yol bulur'

.........

Bir Kaçış Macerası.. İbanlar..

Bu süreçte, Malezya'nın otantik çizgileri flulaşıyordu. Malezya da 'en büyük hastalığı'na yakalanmıştı. Çağdaş medeniyetin en belirgin farikasının bu olduğuna inanıyorlardı. Enver, her ne kadar yolsuzluklardan sorumlu kişi olarak başkan ve çevresini uyarıyorsa da O’na kulak verecek hiç kimse yoktu. Lüks ve şımarıklık, batı taklidi gökdelenler almış başını gitmişti. Dünyanın en büyük havaalanıyla! piramit şeklinde en büyük avemeyi yapmakla övünüyorlardı.

Halk şikayetlerini doğrudan ifade eden bir kültüre sahip olmadığı için hava kirliliği ve hızlı kentleşme karşısında tavrını şöyle ifade ediyordu: 'Eşya büzüşüyor çünkü yer gittikçe azalıyor.' Serdar, önceleri bunun maddi durumlarla ilgili olduğunu düşündü. Fakat sonra bu ifadeyle geleneksel dokunun  güncel hayatttan çekilmesini kastettiklerini farketti. Her Malay bir kampongta (köy) dogar ve hayat görüşü orada şekillenir. Halbuki küresel köy, köyleri zihin dünyasından ve hayattan uzaklaştırmış buna mukabil insanlar evlerinde de evsizleşmişlerdi.

Kuala Lumpur'u gri bir sisi ve siyasi atmosferinin kasvetle insanı boğduğu günlerden birinde, yazarımız biraz medeniyetten uzaklaşmak ister. Arkadaşına kaçabileceği bir yer olup olmadığını sorar ve  iki Malay dostuyla Sarawak yağmur ormanının derinliklerine doğru yola çıkar. Önce beş saatlik araba yolculuğundan sonra üç saatlik tekne macerası sonrası İbanların yüksek evlerinin olduğu yere ulaşır. Onları sıcak bir şekilde karşılayan kabilenin şefiyle sohbet ederler. 

Binada altmış aile oturmaktadır. İhtiyaçlarını işbölümüyle hallederler. Akşam

olunca hepsi şefin etrafına toplanır. Kızlar gidip şefin kulağına bir şeyler fısıldar, şef kabul etmez .Israr ederler. Sonunda ikna olur. Ortaya bir televizyonla video oynatıcı gelir ve genç bir adam bambu direğe bir poster asar. 'Terminatör 2 :Hesap Günü..'



Küreselleşmeden kaçabilirsin ama asla saklanamazsın. Bütün problem ve çileleriyle, tüm karmaşıklıkları ve bolluklarıyla her yerdedir.' s.359

Bu gelişmelerden hepsi ülkelerine ve evlerine dönerler. Ziyaüddin, pek çok ülkeyi kapsayan seyahatlerinin sonucunda; İslam’ın cennetinin bir varış yeri değil, bir seyahat tarzı olduğu, hayatı durduramadığımız gibi cenneti aramaktan da vazgeçemeyeceğimiz sonucuna varır.

Dostluk Karavanı

2013-2017 yılları arasında TRT Türk ve Avaz kanallarında yayınlanan, Meliha Çelik'in hazırladığı Dostluk Karavanı programından anılar...


Karavanda kahvaltı, İspanya/Granada








İspanya/Endülüs-Ronda