Birden fazla zaman akar. Zaman tek değildir. Birbirine paralel
evrenler gibi -bizim ve ötekilerin- zamanlarımız da akar. O statik değil,
canlıdır. Kimi hızlı, kimi yavaş, bazı olaylarda donar, uyuşur, bitkisel
hayata girer. Aynı anda hem anı hem geçmişi hem de geleceği yaşarız. Bazen
insanlarla buluşuruz bazen firaka düşeriz.
Bazen günü kurtarmak gerekir, kararlılığımıza paralel bu tercih yarar
sağlar, doğru bir adım olur. Bir amacımız, bir nedenimiz yoksa kaybettirir. Hem kendimizi hem
geleceğimizi hem ötemizi.
Ekabirler günü kendilerinin malı sanıp hoyratça harcar
ama halklar, mazlumlar, adalet bekleyenler, inatla dillinin çözülmesini, kendi
gününün gelmesini bekler.
Onların hayatları hesaplaşmaya kafi gelmezse çocuklarına miras olarak
haklılıklarını, alacaklarını, hayallerini bırakırlar.
Geleceğe umut beslemek; iyiye, güzele, ebediye imandır.
Geleceğe umut beslemek; iyiye, güzele, ebediye imandır.
Her insan
hayata gözlerini ‘yalnız’ açar ama
çevresinde ona kucak açan birilerini bulur. Büyüdükçe daha fazla insanla ve Adem’den
beri bütün insanlıkla manevi bağ kurarak bu tekliğini büyük insanlık ailesiyle de
bütünleştirir. Haddizatında kan bağı olanla olmayan aile arasında bir fark vartur.
Elhak, gerçek
insan; insanlaşma –bütünleşme- için fırsat sunan bir yoksunluğu, insanoğlundan toptan
bir intikam aracı haline çevirmez. Geçmişle hesaplaşma, nifak aracı, bölücülük
işlevi görmez. Olsa olsa içindeki zehri boşaltma, yükünden kurtulma
vesilesi olan bir mücadele olur. Bu sayede prangalarımızdan kurtuluruz, ruhumuz ve bedenimiz,
geçmiş ve geleceğimiz hafifler,arınır ve kuş misali hür kalırız. Bundan sonra
önümüze bakabiliriz. Seçeneklerimiz, evrenin formları gibi sonsuzlaşır ve sonlu
olmaktan, kısıtlı ve zorunlu olmaktan azade olur. Biz de özgür oluruz.
Değişime, insan onurunu korumaya, direnmeye korkuyla
karışık kuşkuyla bakanlar: o
dışladıkları ve kuşkuyla baktıkları insanların davaları, kamuoyu nezdinde
itibar kazanmaya başlayınca usul usul yanaşırlar ve sureti haktan-mış- gibi
davranırlar. Ama ilk zorlu sınavda da ufak ufak uzaklaşırlar, gemiyi ilk
terk edecek olanlardır.
Öyle ki; ‘biz size demiştik, sizi uyarmıştık deyip en hızlı karalamacı korosuna katılarak en acımasız, en vahşi şekilde tel’ine girişirler. Güce tapanlar; Allah derken, hukuk derken, demokrasi derken, kanun derken sadece doymak bilmez iştahlarını gizlerler. Takiyye yaparlar. En ayırt edici özellikleri yüzeysellikleri ve içi kof, dışı ışıltılı var oluşlarıdır. Kavgaları da imanları da ruhsuzdur, yalandır. Dar alanda kısa paslaşmalara bayılırlar.
Öyle ki; ‘biz size demiştik, sizi uyarmıştık deyip en hızlı karalamacı korosuna katılarak en acımasız, en vahşi şekilde tel’ine girişirler. Güce tapanlar; Allah derken, hukuk derken, demokrasi derken, kanun derken sadece doymak bilmez iştahlarını gizlerler. Takiyye yaparlar. En ayırt edici özellikleri yüzeysellikleri ve içi kof, dışı ışıltılı var oluşlarıdır. Kavgaları da imanları da ruhsuzdur, yalandır. Dar alanda kısa paslaşmalara bayılırlar.
Onları laboratuvara koysak ve maskelerinden soysak, tek ve yalınkat, soğuk ve ürpertici, sabırla
avını bekleyen bir böcek görüntüsüne ulaşırız. Ya sadece kadındırlar ya da
erkek, ya ezilmiş ya da hakkı yenmiş bir zavallı, ya tüccar ya da sadece bir
mürid.. Bundandır çok çabuk düşmanlarına dönüşüvermeleri, dün sövüp
saydıklarıyla bugün can ciğer olmaları.. Onlar -Allah’tan çok-
korktukları düşmanlarının yörüngesine girmiş zavallı pervanelerdir. Döne döne
ateşe düşerler.
Hiçbir kimlik
tek başına insana yetmez, insanı özetleyemez.
Karaderili ya
da Kürt, Türk, çağdaş veya ilkel.. Bunların hepsi bir yanılsamadır. Zavallı,
aciz ve eksik insanı tanımlar. Sadece insan olmayı beceremeyenler; bir tek
kimlikle kendisini tanımlarlar. Bu sınırlama insanı ya ezilen ya da gücü elinde
tutup başkaları üzerinde her tür tasarruf hakkını kendinde gören gözü dönmüş vahşilere
çevirir.
İnsan, mesela; sadece kadın olamaz. O kadınken bir evlat, bir anne, bir komşu, bir arkadaş, bir vatandaş ve nihayetinde, bütün bunların ötesinde bir insandır. Bunun için feminizmin kadınlara kayda değer bir faydası olamamıştır. Bir erkek sadece koca olamaz. Her birey birçok rolden bir çok yüzden oluşur ve bir çok ihtimali içinde barındırır. Bize tanrıyı çağrıştırır. İnsan bizatihi oluştur. Sonsuz bir seçenek yelpazesini bünyesinde de içinde barındırır.
İnsan, mesela; sadece kadın olamaz. O kadınken bir evlat, bir anne, bir komşu, bir arkadaş, bir vatandaş ve nihayetinde, bütün bunların ötesinde bir insandır. Bunun için feminizmin kadınlara kayda değer bir faydası olamamıştır. Bir erkek sadece koca olamaz. Her birey birçok rolden bir çok yüzden oluşur ve bir çok ihtimali içinde barındırır. Bize tanrıyı çağrıştırır. İnsan bizatihi oluştur. Sonsuz bir seçenek yelpazesini bünyesinde de içinde barındırır.
Kendini tek bir
şeye indirgeyen kimse, zavallı, hayatının efendisi olmayan bir kader
kurbanıdır. Ben’i biz’le buluşturamayan her insan aslında insanımsıdır. Sürekli
tehdit altındadır, açtır, acımasızdır ve korkaktır, Onun için kendi dışındaki
bütün yaratıklara yabancıdır.. Özdeşlik kur-a-madığı için de ötekinin acıları,
ihtiyaçları, kaderi egosunu ilgilendirmez. Bu hal; dilimize yabancı
film çevirileriyle giren ‘o senin sorunun’ egosudur.
İlk anda sonsuz bir özgürlük, bağımsızlık vadeder görünen o başına buyrukluğun altında, altından kalkılamayan bir eziklik yatar. Öyle bir ezikliktir ki bu ne kendine acır ne de ötekine. Altında koyu bir inançsızlık ve kayıtsızlık, güvenilmezlik, ilkesizlik yatar. İnsani yaklaşımlara ihanet, gözü dönmüşlük yatar.
İnsan; bazen bir bazen -toptan- bütün alanlarda kaybeden olabilir ama bunu kendini sınırlamak için kullanmaz. Sorumluluklarından kurtulmak için mazeret yapmaz. Ya ak ya karacı değildir. Toptancılıktan kaçarr. Kıyıcılıktan nefret eder. İnsan; işte tam da bundan dolayı kendini olmadığı-olamayacağı şeylerle tanımlar.
İlk anda sonsuz bir özgürlük, bağımsızlık vadeder görünen o başına buyrukluğun altında, altından kalkılamayan bir eziklik yatar. Öyle bir ezikliktir ki bu ne kendine acır ne de ötekine. Altında koyu bir inançsızlık ve kayıtsızlık, güvenilmezlik, ilkesizlik yatar. İnsani yaklaşımlara ihanet, gözü dönmüşlük yatar.
İnsan; bazen bir bazen -toptan- bütün alanlarda kaybeden olabilir ama bunu kendini sınırlamak için kullanmaz. Sorumluluklarından kurtulmak için mazeret yapmaz. Ya ak ya karacı değildir. Toptancılıktan kaçarr. Kıyıcılıktan nefret eder. İnsan; işte tam da bundan dolayı kendini olmadığı-olamayacağı şeylerle tanımlar.
İnsan olarak
eksik ve hatalı olabiliriz ama duygularımızı inkar etmediğimiz sürece,
insanlığa inancımızı yitirmediğimiz sürece insani çizgide kalırız. Sevmek zaten o
insanın potansiyelini sevmek değil midir? Biz bir insanda bütün insanlığa ve
aynı zamanda kendimizi buluruz. Onu severken kendimizi severiz. Ona kızarken
kendimize kızarız. Onu yargılarken kendi hatalarımızı yargılarız. Şüphe ederken
kendi inançlarımızdan şüphe ederiz. Öteki ayna olur bize. Kendimizi
tanıdıkça ötekini tanırız, anlar ve severiz, esirger ve bağışlarız, korur ve
gözetir, saklar ve sakınırız.
İnsanın pek çok
duygusu vardır ve her an değişir duygular. Gün nasıl bir döngü içindeyse duygular
da öyledir. Hava değişimi bile duygularımızı etkiler. Acıklı bir şey duyarız,
gözlerimiz dolar, insanlık dışı bir şeyle karşılaşırız isyan duygularımız
kabarır. Güzel bir şarkı, etkileyici bir manzara karşısında duygularımız coşar.
Duygular,
canlılık belirtisidir. İnsan olduğumuzun; ilahi olanla bağı
koparmadığımızın delilidir. Acı yoksa, pişmanlık yoksa, hüzün yoksa, neşe yoksa,
geleceğe umutlu bakış, umutlu bekleyiş yoksa, geleceğe iman yoksa biz de aslında
yokuzdur, ölmüşüzdür. Ümitsiz arabesk şarkılar bunun için sürekli ölümden bahseder.
Hep
olduğumuzdan fazla hissederiz. Hep şu anki halden artı bir fazla hissederiz.
Burası az
gelir, öteleri ve başkamekanları,zamanları, alemleri merak ederiz.
İnsanlığa karşı
işlenmiş en büyük suç, insanlık düşmanlığıdır. Kendine ve insanlığa
inanmamak, güvenmemektir. İnsanlık ailesi hem canlıdır hem de her dem oluş
halindedir..
Nefes varsa umut tükenmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder