Önce ve sonra aynı yere birlikte varır.
Tao te ching
Pakistan
kökenli aydın Ziyauddin Serdar, Lahor’da doğup Londra’da büyümüş, annesi dini
duygularının derinliği ve samimiyeti, babasının da tarikat ehli olduğu bir aile
ortamında büyümüştür. İngilizceyi rahat konuşabilmesi ve merakı, girişken ve
mücadeleci kişiliği üniversite yıllarında oluşturdukları öğrenci dernekleri vasıtasıyla
ümmetin zengin bir yelpazesiyle tanışmasında etkili olmuştur.
Müslümanlık
durumunu anlatan biyografisini, 'cenneti aramak' olarak yorumlamış. Öteki
dünya, hesap kitap, cennet cehennem, ödül ceza ve en önemlisi Allah rızası kavramları
olmadan; mümin ve münafık gibi müslüman durumlarları anlaşılamaz. Bu arayış
bize pek çok ülkedeki Müslüman birey ve fraksiyonların tanınması ve anlaşılması
noktasında ipuçları veriyor.
Kitapta ilginç anekdotlar var. Bu geziler arasında 12 Eylül döneminde Türkiye de var. Lakin bana göre bu bölüm oldukça cılız olmuş. Yalnız İTÜ önündeki tank ve asker, darbelere karşı mühim bir şahitlik. Sonra Pakistan ve Ziyaülhak var, onun katı rejimi ve halkın fakirliğiyle güya İslamlaştırma projesi olarak dinde fanatizm ve Afganistan savaşının da cihatçı deposu olan Hakkaniye medreseleri var. Suudi Arabistan, Çin, İran gözlemleri var.
Bunlarla
beraber kırılma noktaları olan ‘Şeytan Ayetleri’ ve ’11 Eylül’ün yansımaları..
Ben de size
kitaptan seçtiğim bir bölümü özetlemek istiyorum.
Ziyauddin
Serdar, cenneti arama çabalarından ümidini kesecek kadar küresel
gelişmeler görünür ve baskın hale
gelirken, bir gün kapısı çalınır. Kapıyı açınca, biri kısa biri uzun iki kişi
belirir. Ve üniversite yıllarından tanıdığı Malezya’lı Nasir kendini tanıtıp
kucaklayarak içeri girer. Nasır hiperaktif biridir ve bu özelliği sayesinde bürokrasi
basamaklarını hızla çıkmıştır.
Serdar, eğer
bir projeyle geldiyse kabul etmediğini peşinen ifade eder ama Nasır ısrarcıdır.
Dönemin Malezya başbakanı ve parti başkanı Enver İbrahim; artık onlar gibi
aydınlara daha çok ihtiyaçları olduğunu ve bu konuda yardımlarını ister. ‘Malezya
yeni Endülüs olabilir mi’, diye düşünen Serdar ve arkadaşları, İslam dünyasında
örnek bir çıkış gösteren Malezya için kolları sıvar.
Malezya, 1300’lerde İslamla tanışmış ve 15. yy.da Malakka; Çin, Batı ve Ortadogu bölgeleriyle
ticareti gelişen önemli bir şehir olmuştur. 16. yy'dan itibaren ise Portekiz ve
ardından İngiliz işgali, ülkenin ekonomik ve siyasi yapısını bozmuştur
Malezya en
son 1800'lerde İngiliz işgali sonrası toplumsal örgütlenişi büyük zarar görmüş
ve müslüman ve yerleşik Çinli halk tabakaları dışlanarak bireysel çiftçiliğe zorlanmış hatta küçük toprak sahiplerinin
kauçuk ekmesi bile yasaklanmıştır. Tamiller, Çinliler ve Sihler siyasi, sosyal
ve ekonomik ayrıcalıkları ele geçirmiştir. Buna rağmen 1966 yılından sonra
yapılan anayasada toplumdaki bu işgalci İngilizlerin getirdiği kesimlere de
vatandaşlık verilerek toplumsal barış sağlanmıştı.
Çin mahallesinde, Budist, Hristiyan ve İslam dinine ait ibadethaneleri barışçıl bir şekilde yan yana dizilmişlerdir. Hatta müslümanlar, İslami kavramları ifade eden kelimelerini budist inancının kavramlarından ödünç almışlardır. Bu çoğulculuk ortamı İspanyol tarihçilerin Endülüs'ü tasvir etmek için kullandığıslogana uymaktadır. Reconcısta; yani 'Yaşa ve yaşat.' Güney Asya'nın büyüyen ekonomisi olarak da Malezya diğer ülkelere örnek olacak bir model olarak da gelecek vaat etmektedir.
Serdar ve arkadaşları
bakanlıklarla karşılıkılı etkileşime dayalı küçük çaplı seminerlerle başlayıp
büyük katılımlı konferanslara giden bir sürece başlar. Bu etkinlikler; İslam dünyasının
düşünme biçimleri ve sorunları üzerine kafa yorma amacını güdüyordu. Hem
öğrenip hem öğreterek verimli bir şekilde çalışmalar devam ederken, Saddam'ın
Kuveyt'e saldırısı gerçekleşir.
Suud’un Ululararası İlişkiler Atağı…
Malezya başkanı Suud'dan yana tavır alsa da toplumda farklı sesler yükselmeye başlamıştır. Suudi yetkililer din adamları gelip gidiyor, Malezya basınında kendileri lehine tavir alınmasını talep ediyorlardı. Eski bir Suudlu tanıdığı Serdar’a Saddam’a karşı kendilerini desteklemediği için sitem etmiş, O da İngilizce yayın yapan önemli bir gazetede açık görüş köşesine yazdığı makalede son tahlilde; Müslümanların iki şeytan arasında kaldığını, Suud’un toprak hırsı olmadığı için ehvenişer olarak gördüğünü, açıklamıştı.
Bunun
üzerine kendisine bir miktar para vermeyi teklif ettiler, ilmi faaliyetleri
için, sartsız. Serdar daha önce Suudla yaşadığı kırgınlık ve güvensizlik
ilişkisini düşünerek kesinlikle bu teklifi reddetti. Enver araya girerek 5 milyon doların! kendi
amaçlarını gerçekleşmesinde kullanabileceklerini söyleyerek onu ikna etti.
Böylece birkaç kişi Cidde’ye uctu.
Hepsi bir
odada oturuyordu. Şeyh Kamil, ona hitaben beş.. Paranın ilmi çalışmaları için verileceğini
söyledi. Serdar, Londra’da yaşadığını belirterek pound olarak istedi. Tam bir
hattat tarafından yazı ve rakamla güzelce meblağ yazılmıştı ki, Dr. Yamani, Suud’un
bir şartı olduğunu söyledi. ‘Aydınlar özgürce konuşmalı ama bazen yalnızca bazı
zamanlarda her düşündüklerini söylememeliler.’
O anda hepsi şaşkınlıkla donakaldı Serdar’ın içinden kalkıp o çeki paramparça ederek adamın başından aşağı dökmek geldi ama yerinden kıpırdamadı Arkadaşı kolundan sıkıca tutarak Enver'e 'Size bahçeyi göstereyim’ diyerek onları dışarı sürükledi. İşte, dedi, ‘bu camiyi şeyh kendisi için şunu da annesi için yaptırmıştır’. şunu da derken Serdar ' canı namaz kılmak istemediği zamanlar için’ diye tamamladı ve hep beraber makarayı koyverdiler. (Bu olayın evveliyatı daha önceki bölümlerdedir.’)
Oradan sonuç alamadan ama daha özgür olarak geri döndüler. Ama bilirsiniz işler kötüye gitmeye başlayınca nerde duracağı belli olmaz ve olaylar hızlanır. Rezillik daha fazla rezilliği çağırır. Geriye döndükten sonra Asya krizi bütün büyük şirketlerin çökmesine ve Malezya'nın altından kalkamayacağı bir borç batağına saplanmasına sebep olur. Cumhurbaşkanı Mahhattir Muhammed, bu olanlardan dış güçleri, finans kuruluşlarını ve veliahtı ilan ettiği Enver'i suçlamaktadır.
Olaylar akıldışı şekilde gelişir. Carter gibi ona bir ahlaki skandal düzenleyerek görevinden uzaklaştırmak ister ama Enver dürüsttür ve halk ona inanmaktadır. İki yıl uğraşarak ilmek ilmek bir skandal tertipler. Malay halkının en hassas olduğu konu 'eşcinsellik’tir. Enver'in manevi kardeşi arkadaşlarından biri, Enver'in şoförunun de içinde olduğu bir komploya dahil olmadıkları için tutuklanır.
Halk
sokaklara dökülür. İngiliz oyunları sırasında Mahattir yuhalanır. O sırada Enver
de büyük katılımlı bir miting yapmaktadır. Gece kapıları kıran polisler
tarafından Enver de tutuklanır ve bir kaç yılını geçireceği hapishaneye
götürülür. Ziyaüddin ve ekibinin burada artık işi kalmamıştır. Birer birer ülkeyi
terk ederler ama, öncesinde tutuklular ve aileleriyle aylarca ilgilenirler.
Gittikleri
yerlerde Londra'da vs. Enver için büyük katılımlı eylemler organize ederler. Serdar;
Endülüslü İbni Hazm'ın bir sözünü hatırlar:
'Ne kadar
açık fikirli ve zeki olursanız olun. Otoriterlik
daima çevrenizden dolaşacak bir yol bulur'
.........
Bir Kaçış Macerası.. İbanlar..
Bu süreçte, Malezya'nın otantik çizgileri flulaşıyordu. Malezya da 'en büyük hastalığı'na yakalanmıştı. Çağdaş medeniyetin en belirgin farikasının bu olduğuna inanıyorlardı. Enver, her ne kadar yolsuzluklardan sorumlu kişi olarak başkan ve çevresini uyarıyorsa da O’na kulak verecek hiç kimse yoktu. Lüks ve şımarıklık, batı taklidi gökdelenler almış başını gitmişti. Dünyanın en büyük havaalanıyla! piramit şeklinde en büyük avemeyi yapmakla övünüyorlardı.
Halk
şikayetlerini doğrudan ifade eden bir kültüre sahip olmadığı için hava
kirliliği ve hızlı kentleşme karşısında tavrını şöyle ifade ediyordu: 'Eşya
büzüşüyor çünkü yer gittikçe azalıyor.' Serdar, önceleri bunun maddi durumlarla
ilgili olduğunu düşündü. Fakat sonra bu ifadeyle geleneksel dokunun güncel hayatttan çekilmesini kastettiklerini
farketti. Her Malay bir kampongta (köy) dogar ve hayat görüşü orada şekillenir.
Halbuki küresel köy, köyleri zihin dünyasından ve hayattan uzaklaştırmış buna
mukabil insanlar evlerinde de evsizleşmişlerdi.
Kuala
Lumpur'u gri bir sisi ve siyasi atmosferinin kasvetle insanı boğduğu günlerden
birinde, yazarımız biraz medeniyetten uzaklaşmak ister. Arkadaşına kaçabileceği
bir yer olup olmadığını sorar ve iki
Malay dostuyla Sarawak yağmur ormanının derinliklerine doğru yola çıkar. Önce
beş saatlik araba yolculuğundan sonra üç saatlik tekne macerası sonrası
İbanların yüksek evlerinin olduğu yere ulaşır. Onları sıcak bir şekilde
karşılayan kabilenin şefiyle sohbet ederler.
Binada
altmış aile oturmaktadır. İhtiyaçlarını işbölümüyle hallederler. Akşam
olunca hepsi
şefin etrafına toplanır. Kızlar gidip şefin kulağına bir şeyler fısıldar, şef kabul
etmez .Israr ederler. Sonunda ikna olur. Ortaya bir televizyonla video oynatıcı
gelir ve genç bir adam bambu direğe bir poster asar. 'Terminatör 2 :Hesap
Günü..'
Küreselleşmeden
kaçabilirsin ama asla saklanamazsın. Bütün problem ve çileleriyle, tüm
karmaşıklıkları ve bolluklarıyla her yerdedir.' s.359
Bu
gelişmelerden hepsi ülkelerine ve evlerine dönerler. Ziyaüddin, pek çok ülkeyi
kapsayan seyahatlerinin sonucunda; İslam’ın cennetinin bir varış yeri değil,
bir seyahat tarzı olduğu, hayatı durduramadığımız gibi cenneti aramaktan da
vazgeçemeyeceğimiz sonucuna varır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder