27 ağustos 2002
Günler boyu uzanıp
perdenin ucundan görünen ufuk parçasını seyrettim. Hatta diyebilirim ki, bir
ömür boyu. Elimde ya da yanımda kitaplarla.
Artık ben de
bu dekorun doğal bir parçasıyım. Burada insanlarla geçirdiğimden daha çok zaman
geçiriyorum. Her gün, her gün onlara bakıp bulanık hülyalara dalıyorum. Duvarlar,
perdenin duruşu, tülün üzerindeki çınar yaprağı desenleri, kenarından görünen
dışarısı, yemiş ağacının nazlı nazlı sallanan yaprakları.
Sanki o
beklediğim şey gerçekleşecekmiş hissine kapılıyorum. Bir gün ruhumun acılarını
dindirecek müziği bulacakmışım gibi oluyor. Bu ipsiz sapsız düşünceler ve
tedirgin uykular benim. Beklediğim sihirli dokunuş her neyse o olmayınca dipsiz
uykuların kucağına atıyorum kendimi. Rüyalarımda elle tutulur tek nokta tedirginlik
ve kendime güvensizlik. Hayatımın esas kızı değil de dublorü ya da suflörüyüm
gibi bir duyuş. Gündelik hayatta da böyle hissediyorum.
Bahçenin
(dışarının) bitmek bilmeyen sesleri… Kuş cıvıltıları, vızıltıya ve rüzgara
benzer sesler… Uçan böceklerin yaprak hışırtılarına karışan sesleri, kedi
miyavlamaları, radyo sesleri, iki kadının alçalıp yükselen monologları,
çocuklarını azarlayan anneler… Tekmili birden sessiz ve kımıltısız odama
doluşuyor.
Dışarıda
hayatın olduğu gibi devam ettiği hissi nedense içime hüzün veriyor. Ben bir atığım
sanki. Hayatın, toplumun, çağın, vs. kenarına atılan bir atık.
Hani eşyalar
vardır biriktirdiğimiz, bir köşede dursun bir gün lazım olur diye
beklettiğimiz.. O gün hiç gelmez. Ta ki, umut kesilene kadar.
Umut ne tılsımlı
kelime. Yaşamın kimyası sanki. Sanki umutlar tüketilmek için var. Hemen bir köşede
paketlenmiş, kullanıma hazır. Alır ve tüketiriz. Her tükenişte bir sarsılırız.
Sonra sabah yine uyanırız. Sabahın sesleri, bizden yemek bekleyen çocuklar, kediler,
yine bizi hayata çağırır. Kendi içimizden gelen zorunluluktur bu.
Büyüyünceye
kadar kendimiz için yaşarız sonra sorumluluklar zorlar bizi. Yokuş yukarı
çıkmak kolay değil sırtımızda yüklerle. Nedenler lazım. Medeniyet can
sıkıntısının bir ürünü olmalı. Gerekli ama can sıkıntısını gidermek için
gerekli şeyler. Ruhumuz farkında olmasak da hastalanıyor işte!
…………….
Dönüp dün
yazdıklarımı okudum. Yazarken çok edebi bir metin ortaya çıktığını
düşünüyordum. Öyle olsun diye yazmasam da, duygularım nasıl desem; öyle sıra dışı,
derin ve farklı geliyordu ki bana. Bu yoğun duygular kelimelere dökülünce de öyle
olacağını zannediyorsun. Ne kadar sıradan ve acemice görünüyor dönüp okuyunca.
Böyle
sıradan yaşıyoruz da yazarken, ifade ederken edebi ve müstakil bir anlatım olsun
istiyoruz. Bu haliyle öznel lakin vav denecek kadar çarpıcı değil gibi. Pencerenin
arkasından hayatı izleyerek bir ışık devşirilebilir mi, odanın duvarına
asılacak bir özlü söz, bilemiyorum.