Şıpsevdi

Hüseyin Rahmi, Şıpsevdi adlı romanına (1908) İstanbul Aksaray'ın tasviriyle başlar. Bu muhiti anlatırken lokanta, kahvehane ve etrafın pisliğinden dem vurur. Aynı zamanda yeni atlı tramvay sürücüleri, atları ve yolcularını da tasvir eder. 

Aksaray'daki yağmur mazgallarının serencamından bahseder. Mazgallarla ilgili çıkan asparagas habere de dikkat çeker. güya mazgallar bir eşeği içine çekmiştir. Abdülhamit'in istibdat yönetiminin bu tür haberlere sansür getirmediğini lakin Şıpsevdi'nin bu giriş kısmının sansür yüzünden basılamadığını belirtir.

Sansürün sebebiyse; buradaki çöp yığınları ve sinek ordusundan haşerat ve mikrop diye bahsetmesidir.

Bundan yaklaşık on yıl önce gittiğimiz Eriha'da lokantaların bir sinek ordusu tarafından nasıl istila edildiğini görmüştük. Hatta bundan otuz yıl önce hacca kara yoluyla gidenler de Suriye'den geçerken oradaki sinekleri ve pisliği anlatırlar. meşakkatli bir yolculuk olsa da o yıllarda en azından bir kaç ülkeden geçerek hacca gidiliyordu. 

Maalesef Suriye, Irak ve Filistin- Kudüs gibi yerlere gidince şahit olduğumuz bu manzaralar 1900'lü yıllarda İstanbul'un göbeğinde de aynıymış. Yazar bu kitabını 1910'da basmış. Maalesef Osmanlı, ne İstanbul'a ne de müslüman teb'aya sahip çıkmıştır. Varsa yoksa, Ukraynalı, Boşnak ve Çerkes hatunlar ve devşirme devlet adamları..

Şıpsevdi'deki karakterlerden biri olan Bay Pelerin; bir Fransız olarak Yıldız sarayına kadar girerek adeta komplo teorileri üretme müdürü gibi bir makam elde ederek Avrupa'da yalan haberler yaptırarak padişahı onlara karşı önlemler, cevaplar yazmaya ikna ederek avantasını bulan bir yabancıdır. Lakin bu palavraların dozunu kaçırınca saraydan tardedilmiş ve İstanbul'da yaşamaya devam etmiş bir karakterdir.



Koronalı Günlerde Ramazan Hallerinden Kalın Kitaplara…

 

                                                                                                                         5-5- 2020

Sahurdan sonra biraz tivit attım sonra yarım saat bulaşık yıkadım. Ki bu defa çoğunu makineye attım. Kalanlar bakır cinsi cezve, melamin tabak vs. onları da elde yıkayıp ocagı sil, masayı sil derken bir de baktım hava aydınlanmış. Uzanıp kitabımı elime aldım. Karamazov kardeşlerin ikinci cildi. 

Tekrar tekrar okumayı seviyorum. Aradan yıllar geçince hem ayrıntıları unutuyorum hem de bakalım yine beğenicek miyim merak ediyorum. Kitap aynı olsa da bizi etkileyen kısımlar her defasında değişiyor. Çünkü biz de değişmiş oluyoruz. Her defasında yine yazara ve eserine hayran olurum genelde, hayata dair pek çok ipucu bulurum, hatta kendi seçimime hayran olurum genelde. 

En güzeli de duygudaşlıktır. En azından okuduğuyla duygusal bir bağ kuranlar için bu böyledir.

Mübarek kitap da odun mesabesinde bu arada. Yayınevleri masa başında oturarak okuyan akademisyenleri baz alıyor kitap basarken galiba. Halbuki akademik okuma yapmayan benim gibi sıradan okurların çoğunun uzanarak veya oturup eliyle tutarak okuduğuna eminim.

Baskı eski olduğu için birinci cildin yarısı kopup dağıldı zaten. Bence ideal sayfa sayısı iki yüz, iki yüz elli civarı olmalı. Fazlası bilek ve omuzları zorluyor. Konu da çetrefilli ve psikolojik tahlillerle dolu olunca elli, yüz sayfa okumadan bırakamıyor insan. En sonunda gözler sulanmaya, beyin karıncalanmaya başlayınca bırakıp dalıyorsun. Dalamazsan tekrar okuma gözlüklerini takıp devam ediyorsun.  Bazen de başka bir kitapla devam ediyorsun. Uykuyu beklerken boş duramıyorsun amma aslında uyku açısından yanlış bir yöntem, lakin alışkanlık..

Çocuklar küçükken evde masa yoktu, yerde tahta sinide yemek yenir, ödevler de yerde yapılırdı. Ama özenti olarak illa da odaları olsun isterlerdi. Sonunda aldık. Bu sefer de salondaki sohbet ortamından uzaklaşmak istemediler. Çalışma masasında ders yaptırmaya çocukları bir türlü alıştıramadık, nerdeyse zorla gönderiyorduk. Yanımızdan ayrılmamak için adeta direniyorlardı. Salonun ortasına çantalarını boşaltıp yapıyorlardı derslerini yere uzanarak. 

-Aile çok koruyucu olunca sanki onlardan uzaklaşma isteği güçleniyor. Aile normal davranınca da çocuklar eteğimize yapışıyor. Biz asla modern falan olamayız asla! Çocuğu olanlar beni çok iyi anlarlar. Bu sadece kadınların, annelerin kaderi de değil.-

İş ve akademi dünyası da böyledir bizde. Hadi bizimkiler çocuk diyelim koskoca kelli ferli adamlar ömürlerini ona buna sataşarak, dalaşarak, küsüşerek geçirmekten iş yapamaz. Oturaklı bir patron veya ilim, bilim adamı vs. karakteri oluşturamaz. Bu özveri ve disiplin ister. Kimsenin bu kadar gayrete sabrı yoktur. Onun için dışarı gidenler bu konularda daha o disiplinde daha başarılı olur.

Dövletimiz de aynıdır, kişiler eliyle işlediği ve kurumsal bir kimlik kazanamadığı için işin sonu illa lakaydiye, kan davasına, goygoya varır. Herkese şamil bir el kitabı yokturdur.

Tarihimiz hakeza. Şahit olduğumuz zaman dilimi,  bin(lerce) yılın bir özetidir aslında. 

İşte böyle yatarak kitap okumak da, değiştirilmesi zor bir alışkanlık! Disiplin bizi bozar ve dahi gerer. En verimli olduğumuz zamanlar kendimizi en rahat hissettiğimiz zamanlar olur. Her toplumun normal'i farklı işte!

İnsan beyni böyledir işte nereden nereye?! Ama yine de kalın kitap zulümdür.