Bugün bir rüya gördüm. Gündüz İskenderpaşa İlkokulu'nun yanındaki caminin çaprazında bulunan iki katlı evin yanından geçmiştim. hatta ben orda birini beklerken evin ortasındaki kapıdan bir çocuk çıktı. Tam ben de üst katta birilerinin oturup oturmadığını düşünüyordum. Çünkü üst kat pencereleri bakımsız kırık dökük görünüyordu. Ama orta pencerede tül vardı sanki birileri oturuyor gibiydi. aşağı katta solda kapanmış bir dükkan, ortada kapı -ki geniş, iki kanatlı bir kapı-, sağda da başka bir dükkan vardı.
Acaba çocuğu durdurup içeriye bir baksam mı, diye düşündüm. Sonra işim olduğu için vazgeçtim. Kapının aralığından sağ tarafı hafif aydınlanmış bir görüntü görür gibi oldum. Sanki iki taraflı merdiven vardı. Yada ben öyle hayal ettim. İlkokulumun da eski tarz iki taraflı merdiveni vardı. Eskiler mi bize güzel gelir, yoksa gerçekten bedii olan mı geleceğe taşınır, bilemiyorum. Lakin

Neyse... Gelelim rüyama. Genelde uzun yıllardır pek rüya görmemekten daha doğrusu hatırlayamamaktan muzdaribim.
Bugün hava Aralık ayı olmasına rağmen yazdan kalmaydı. Güneş ısıtıyordu. Bazı sıkıcı ve rutin dünyalık işler için dışarı çıkmıştık. Güneşten faydalanmak için yolumuzu uzatıp Malta çarşısına gittik. Ordaki avizecilere de bir göz attık. Bazı tasarımları beğendim. İtiraf etmeliyim ki, eskiden yani gençken pek de ilgimi çekmezdi tasarımlar. şimdiyse kullanmadığım şeyler bile olsa mesela kuyumcu vitrinlerindeki altın tasarımlarına bile bakıyorum, kullanmayı sevmesem de. Sonra gidip Yavusselim'e çıkan arka sokakta birer döner dürüm yedik. Oradayken iki Pakistanlı geldi yemek yemeğe.
Ordan çıkıp kürkçü dükkanına geri döndük. Atpazarı'na. Dışarda oturup üç çay içtim. Dışarı çıkarken sıkı giyinmiştim. Sadece ellerim üşüdü. Orda otururken Fatih camisinde Mursi için eylem olduğunu ögrendik. Aklıma geçen yıllarda coşkuyla katıldığımız bu tip eylemler geldi. O çoşkuyu yitirdiğimiz için hüzünlendim doğrusu. Filistin için, Suriye için, Mısır için. Ne umutlarımız vardı kardeşlik, barış ve huzur için. Maalesef basiretsiz ve menfaatperest idareci ve bireyler yüzünden coğrafyamız kana doydu. Milyonlarca insanın hayatı altüst oldu. Yetmedi Mısır'ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Sisi tarafından ölüme terkedildi. Mahkeme salonunda fenalaşıp müdahale edilmeyerek can çekişerek öldürüldü. Yetmedi oğlu infaz edildi. Medeniyet; Akif'in dediği gibi 'tek dişi kalmış canavar'mış gerçekten. Bilim, teknoloji gibi afili kavramlar, insanlığı medeni yapmaya yetmiyor, öldürmeye, sürgün etmeye, malına mülküne el koymaya yetiyor ancak. Amerika'nın işgali gibi tıpkı! Tıpkı Kızılderililerin ve Amerika kıtasının asıl sahiplerinin İspanyollar tarafından soykırıma uğraması gibi. Zannettiğimiz gibi bunlar sadece müslüman olduğumuz için değil, insan olduğumuz için başımıza geliyor. Kötüler sadece ötekinin elindekini cazip görüyor ve çalmayı seviyorlar.
Neyse, yine rüyamıza dönelim. Gündüz gördüğüme benzer bir eve giriyorum. ama bu ev daha yüksek, yan yana bitişik, bilmediğim bir ev. Merdivenleri çıkıyorum. Yanımda bir arkadaş var. Evde misafirlerim var. Annem mi Kamile abla mı hatırlamıyorum. Yanında da esmer bir kız var, uzun boylu. Yemeği hatırlayamıyorum. Misafirim her kimse bana sitem ediyor o kız yada kadına elbise vermemi istiyor. Ben de masadan kalkıp onu kıyafet seçmeye götürüyorum. Sanki başka bir eve gidiyoruz. Oraya merdivenlerden iniyoruz bir kat. İnerken merdivenin duvarlarına asılı uzun bir elbisemi ona veriyorum, yeşil renkli. Eşyalı bir ev burası, arka tarafında boydan boya asılmış çamaşırlar var. Balkonda bir de gelinlik vardı galiba divanın üzerinde. Balkon dere gibi bir suyun kenarında, güzel bir manzarası var. Yanımdaki kızla ama bu kıyafet verdiğim kız değil, karşıya geçip biraz uzaktan da bakıyoruz. Çamaşırları da toplayıp eve koymam lazım diyorum. Bir miktarını topluyorum. Bu arada uyandım. Ama o çamaşırlarla dolu balkon bir film sahnesi gibi hala gözümün önünde.
Uyanınca, o evin muhtemelen Gazze'de, karşıdan gördüğümüz türbe gibi bir tarihi yapıyı bana hatırlattığını hissettim. Acaba ne diyor bu rüya bana. Uyanınca kendimi huzurlu hissediyordum gerçi. Ayrı bir güzelliği vardı o çamaşırların, rüzgarda nazlı nazlı dalgalanıyorlardı. Dünya ne kadar ilerlerse ilerlesin, tam olarak çözemeyeceğiz insanın gizini. Açtığımız her kapı başka bir kapıya açılıyor çünkü.
Belki sonuncu (4.) cildini okuduğum fantastik roman İlma'nın da bu rüyada biraz payı vardır. Yazar öyle akıcı ve canlı betimlemeler yapmış ki, bir film seyreder gibi okuyorum kitabı. Okurken zihnimde sahneleri canlandırabiliyorum kolaylıkla. Her gün uyumadan önce o gizemli diyarlara gidiyorum. İşte böyle bir şey hayat dediğimiz şey. Anlam ararken yıllar geçiyor, ömür bitiyor.
Hayrolsun!
Not: Daha sonra tesadüfen Lübnan bölümüne rasladım. Meğer ordaymış bu eski yapı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder