Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Erdem Bayazıt
Şu anda nerdeyse depremin üzerinden 22 saat geçti. Hava şartları çok kötü. merkez üssü Maraş olan depremlerden ilki 7.7 olup gece saat 4.17'de Pazarcık ilçesinde diğeri ise Elbistan ilçesinde saat 13.24'te 7.6 şiddetinde meydana geldi. Gaziantep, Malatya, Batman, Bingöl, Elazığ, Kilis, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şırnak, Van, Muş, Bitlis, Hakkari, Adana, Osmaniye ve Hatay'da da kuvvetli olarak hissedildi ve adeta bomba atılmış gibi yıkımlar meydana geldi. Hele ki yeni binalar ki -içinde Adıyaman belediye binası da var- yeni yapılan hastaneler de var. Ve bunlara ruhsat verenler de bu belediyeler... İlk 24 saat enkaz altındakiler için hayati saatler olduğu halde bu kadar büyük çaplı etkisi olan 2 depremde yakın illerdeki askerlerin kurtarma çalışmalarına hemen müdahale etmesi beklenirdi fakat sadece MS Bakanı demeç veriyordu.
99 Düzce depremine İstanbul'da yakalanmış biri olarak 23 yılda devlet refleksinde bir adım yol katedilemediğine üzüntüyle şahit olduk bugün. Bu satırları hayata ve tarihe not düşmek için yazmaya karar verdim.
Öncelikle beş gün önce gördüğüm bir rüya ile başlamak istiyorum. Rüyam, dün geceki korkunç depremle beraber anlam kazandı. Çarşamba gününün gecesi diğer günlere göre erken uyudum. Gündüz pazara gittiğim için yorulmuştum. Sabaha kadar oturmak yerine saat 2-3 gibi yatmaya gittim. Bir saat kadar sonra rüyayla uyandım. Rüyam şöyleydi:
Eşimle beraber eskice bir arabayla geziye çıkmışız. Bilmediğim bir kasabaya gittik. Orada beyaz mezar taşlarının olduğu büyük bir mezarlığın önünde durduk. Burası Bosna'daki ya da Halepçe'deki mezarlara benziyordu. Tepelik bir yerde. Arabayı oraya bırakıp mezarlığın içinden geçtik. Tam hatırlayamıyorum ama orada bir yere ziyarete gitmiştik sanki dua gibi, cenaze evi gibi bir şey. Birbirimizden ayrıldık. Dışarı çıkınca arabanın olduğu sokaktan üst sokakta olduğumu fark ettim. Nasıl olsa eşim beni arar bulur diye düşündüm. Yurtdışında bunu defalarca yapmışlığım vardır. Dil bilmediğim halde -aslında pratik özürlü olduğum için- biraz dolaşayım diye düşündüm ve yokuş aşağı inmeye başladım. Saatlerce dolaştım hava kararmaya başlayıncaya kadar.
Mütemadiyen yürüyordum. Bazı yollar yüksekte bazıları yol ayrımı çatallı ve genelde boş. Bir bakıyorum hayvan sürülerinin arasındayım. Hemen yolun kenarına geçmem lazım diyorum, köprü altı gibi yerlerde, mezbeleliklerde dolaşıyorum. Film karesi gibi mekanlar değişiyor. Mekanlar film sahnesini andırıyor. Kimseyle konuşmuyorum. Biteviye yürüyorum. Anayol kenarında film dekoru gibi bir şeyler kurmuş birisi yanından geçerken dokunuyorum devriliyor. Eyvah! Şimdi bana kızacaklar diye içimden geçirip korkuyorum, buralarda ben ne arıyorum, diye düşünerek hızla oradan uzaklaşıyorum. Bir meydana çıkıyorum. Karşılıklı iki eskici dükkanı var, girip bakayım, hediyelik güzel bir parça alırım belki diyorum ama dükkanların üstünden sular damlıyor ve sokağın ilerisi yıkılmış gibi vazgeçiyorum, ileri doğru yürürken eşim beni aramadı bari ben onu arayayım diye düşünüyorum ama aramıyorum, yürümeye devam ediyorum. Sahne değişiyor. Tanıtım gibi bir şeyler çeken insanların arasına düşüyorum hatta ön sıradayım. Şimdi bunlar beni itse aşağı uçuruma düşerim diye içimden geçiriyorum. Yine oyun parkı gibi bir yerdeyim. Yere sabitlenmiş oyun gibi bişeyler var. Kimisi sürüngen gibi onu net hatırlıyorum. Arka tarafta da güya açılışı yapılacakmış. Birileri var önlerindeki kürsüde, butona basacaklarmış. Hafif eğimli bir yer. Yukarı doğru tırmanırken kusmaya başlayıp iki defa kusuyorum ve kusarken boğulur gibi uyandım.
Rüyaların tasviri zor olur ya! Görürken mantıklı gelen şeyler uyanınca insana saçma gelir. Birkaç saniyelik bir rüya ama tasvir etmesi uzun sürüyor çünkü rüya başka bir dil gibi. Kalkıp su içtim ve telefonumu alıp anlamına baktım. Özellikle kusmak ve gezmek ne demek diye. Olumsuz bir yorum yok, diye rahatladım.
Deprem meydana geldiği saatlerde oturuyordum. Gece oturmayı severim, o dinginlik ve duvar saatinin sesi huzur verir. Ara sıra da elime örgümü alıp üç beş sıra dönerim. Yine elimde örgüm, laptopumun ekranı kararmış halde oturduğum için yarım saat sonra depremden haberim oldu. Ta Lübnan'dan bile duyulmuş deprem hatta Fatsa'dan, Samsun'dan bile. Tivit atanlar çok büyük olduğunu en az bir buçuk, iki dakika sallandıklarını ifade ediyorlardı.
Daha sonra devlet erkanından ve AFAD'tan açıklamalar gelmeye başladı. Koordine ediyoruz falan diye.
Şu an itibariyle binlerce hatta milyonlarla ifade edilebilecek kişi, ard arda iki adet 7 üzeri depremle ve altı ve beş üzeri artçılarla yıkılmasa bile evlerine giremiyor. Muhtemelen 0'ın altında eksilerdeki hava durumu, kar ve yağmur yağışı altında, yetersiz toplanma yerleri yüzünden sokaklarda veya imkanı olanlar başka şehirlere ulaşmaya çalışıyor.
İlk 24 saat enkaz altındaki canlı insanlar için hayati olduğu halde maalesef yeterli eleman ve asker, arama kurtarma çalışmalarına sevk edilmediği için donmuş veya donmak üzere. Hayatta kalanlar da açlık ve dondurucu soğukla yalnız bırakıldı.
Zaten deprem ülkesi olmamız, son birkaç yıldır peş peşe olan irili ufaklı depremler, olası İstanbul depremine rağmen ciddi önlemlerin alınmasının savsaklanması önümüzü karartıyor. Dayanıksız ve eksik malzemeli evlere de göz yumuluyor, sel yataklarına ve fay hatları üzerine çok katlı binalar yapılması da nerdeyse teşvik ediliyor.
Kamu yatırımlarında bile gerekli özenin gösterilmediğini, bu depremde, binlerce ölü ve bir o kadar yaralı ile maddi manevi ağır bedeller karşılığı öğrenmiş bulunuyoruz. Bu gece ve önümüzdeki onlarca gece insanlar sokaklarda. Ve o -bir kısım egoistin göndermek için can attığı Suriyeli mülteciler ve sınır ötesindeki mülteci kamplarındakilerle- aynı kaderi paylaşmak durumunda kalacaklar. En ağırı da -ki yakınlarını kaybetmek zaten yeterince ağır- devletin şefkat elini üzerlerinde hissedememek. Şu an binlerce yetimimiz var.
Kamplarda ve Suriye'nin Halep, İdlip, Afrin, Hama, Humus, Lazkiye gibi kentleri de depremden etkilendi, şimdiden ölü sayısı beş yüzü geçmiş durumda. Esed'in ve Rusya'nın bombalarıyla katledildikleri yetmezmiş gibi şimdi de kar altında deprem felaketiyle karşı karşıyalar. İmkanları çok daha kısıtlı. Türkiye bu kadar bocalarken onların çaresizliğini idrak edemiyorum.
Medya, algı, din, dava, dezenformasyon, hukuksuzluk ve halkın aleyhine kendi menfaatine işlerle gelinen nokta; geleceğe ve çocuklarımıza bırakacağımız ağır bedeller, utanç ve umutsuzluk!
Deprem sonrası tekrar dönüp düşününce; rüyadaki mekanlar, telefon edememek, kusma vesaire ile aralarında bağlantı olduğunu hissettim. Zaman dediğimiz mefhum ilginç gerçekten. Şimdinin içinde hem geçmiş hem gelecek saklı. Hislerimizle de görebiliyoruz, anlayabiliyoruz.
Tabi; çekincesiz yorumlayabilirsek, hakikati boğmazsak, çarpıtmazsak.
inna lillah ve inna ileyhi raciun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder