İDOLÜM: Kamile Abla



Allah gülümsedi, kadını yarattı.
                                                                           Farsça özlü söz)

Çocukluğumun idoluydün sen..
Hz. Aişe, Fatima, Zeynep ya da o, bu, şu değil! Onlara saygısızlık olsun diye hiç değil!

İnsan örnekliklerini yaşadığı çevreden seçiyor. İnancı, değerleri, bilgi ve görgüsü, karakteri, en önemlisi seçimleri ona kılavuzluk eder. Annemin ve babamın, öğretmenlerimin de tabi ki iyi gördüğüm yönlerini bilerek bilmeyerek almışımdır.ama benim olmak istediğim kişilik ve hayat tarzının canlı örneği sendin..

Oğlun vardı otistik, Mustafa.. İkinci evliliğindi ve iki tane üvey evlat yetiştirmiştin. Birinin adını unuttum kaza ile öleni.. 18 yaşında.. Öbürünün adı Gürdal’dı öğretmen olmuş, sokağımızın alt tarafında oturan Gül Hanım teyzenin kızıyla evlenmişti…

O ve karısı nedense Kamile ablaya mesafeli dururlardı. Çünkü Mustafa 4 yaşında ateşlenmiş ve orda oyaşta takılıp kalmıştı. Üstelik babası Halil abi alkolikti. Biga devlet hastanesinin köşesindeki ayakkabıcıda çalışırdı. Bütün köylüler Çarşamba günü açılan pazarda naylon ayakkabılarını ondan alırdı. Halil abi akşamları yemekten sonra –yaklaşık iki metreye üç metrelik odanın sağ köşesinde- masanın yanına oturur bütün akşam bi büyük rakı, bekli küçük bilemiyorum, demlenirdi.

Annemler ben iki yaşındayken Kamile ablanın evinin karşısındaki mezbelelik evi, müzayededen iki bin liraya alıp mahalleye taşınmışlardı. Annem ilk defa Halil abiyi içerken görünce eve gidip kapıları arkadan kitlemiş korkudan.. Ben de ufakken korkardım. Yine de giderdim. Sonra sonra onun varlığına alıştık.

Evleri iki katlı kagir, girişte sağda tahta merdiven yanından odaya girilirdi. Merdiven altında tüplü aygaz vardı yani orası mutfaktı. Merdiven üst kata çıkar, etrafı L şeklinde bir holle alttan daha küçük bir oda vardı. en son birkaç yıl önce orda bir akşam misafir kaldım. Kapının arkasında da gömme dolap vardı. İki yanda iki cam. Ayrıca holde de L’nin her iki yanında iki pencere. Ben kendimi bildim bileli hiç değişmedi,

İlerleyen zamanda sadece bir televizyon ve buzdolabı eklendi onlara. Aygazın yanına buzdolabı kondu. Tam karşıda da tabaklık vardı zaten… Yanında tahta yeşil kapıdan girince hemen bir maşınga (bilenler bilir Trakya yöresinde kuzineye böyle denir) köşede kare bir masa altındaki hamamlık bölmeyi gizlerdi. Altta bir delikle sonradan gelen bir musluk vardı. İşte Halil abi önünde bir şişe ve bardak, orada otururdu..

Girişte ve karşısında da birer çekyat –hani o üstü dolaplı olanlardan... Arasında demir bir sandalye vardı, o kadar. Karyolanın arkasında bahçeye bakan bir küçük pencere bire yetmiş falan. Yola bakan tarafta da bire iki kadar oturmalık yeri olan bir pencere daha. Mustafa burada oturur yoldan gelip geçenlerin eline tutuşturduğu bozuk paralarla oynar ve şıngır şıngır ses çıkartır, arada da ona öğretilen sunturlu küfürleri, baba abi gibi bildiği bir kaç kelimeyle karıştırarak küfrederdi.

Benim en sevdiğim gezme Kamile ablaya gitmekti. Halil abi korktuğumu bilir, beni rahatlatmak için  sorardı: Senin baban da ayran içiyor mu?, diye. Ben de hayır anlamında omuzumu silkerdim. Güler ve başını bardağa gömüp sessizce devam ederdi.

arkası yarın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder